2009’da yeni bir “entrepreneurship”, yani “girişimcilik” modeli ortaya çıktı. Krizin etkisinden midir nedir, Batılılar da şaştı diye düşünüyorum. Bu yeni modele “LİLO” deniyor ve Lilo, İngilizce “a little in, a lot out” un baş harflerinden oluşuyor. Türkçesi ise, “mümkün olduğunca az koyup, çok kazanmak” anlamına geliyor. Bildiğimiz kapitalist teşebbüs ilkesinden pek farkı olmasa da, neredeyse sıfır sermaye ve maliyeti kastediyor. Kısacası, “Etrafına bak, hiç zahmetsiz, sermayesiz ve masrafsız nasıl para kazanırım, onu keşfet!” anlamına geliyor. Batılı ülkelerde bu model, şimdilik, İnternet sektörüne yönelik.
LİLO modeli Batılı literatüre yeni girmiş olabilir ama bizde uzun zamandır faal, hatta bırakın sanal alemi, günlük hayatımızın her alanında başarılı bir şekilde işliyor, yaratıcı ve işbilir halkımız tarafından can-ı gönülden gerçekleştiriliyor diye düşünüyorum. Üstelik bu model, devlet erkanımızın her kademesinde teşvik ediliyor – Turgut Özal’dan bu yana- ve AKP hükümeti sayesinde ülke hayatına damgasını vuruyor. Böylece, Türkiye’nin, Dünya Serbest Piyasa Ekonomik modeline nihayet bir katkısı olduğunu, hatta LİLO’yu Batılıların bizden yürüttüğünü iddia etmek mümkün görünüyor. Kanıtları mı? Çook, hem de istemediğiniz kadar…
2007 yılında AKP hükümetinin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’in, “ülkenin nehirlerini özelleştirmek” konusundaki önerisini hatırlarsınız. Ülke topraklarının susuzluktan kırıldığı günlerde, ilgili bakanımızın çözümü, su kaynaklarımızın özelleştirilmesinde görmüş olması, muhteşem bir LİLO örneği olarak düşünülebilir. BM’ler İnsan Hakları Beyannamesi’ne suyun bir hak olduğuna dair maddenin eklenmesi konusunda çalışmalar sürerken, AKP hükümetinin girişimciliğinin boyutları, o günlerde, Uluslararası Su Piyasası’nın sesi niteliğindeki “Global Water İntelligence” adlı medya kurumunu dahi hayretler içersinde bırakmış, olay bir “muamma” olarak yorumlanmıştı.
Hükümetimizin müteşebbis ruhundan esinlenerek, aynı istikamette yol alan kurumlarımıza ve yöneticilerine bir örnek geçtiğimiz yıl Adana Milli Eğitim Müdürlüğü’nden geldi. Buna göre, Adana’da, bulunduğu mahalle, cadde adlarıyla anılan okulların isimlerinin, isteyen kişi veya kuruluşlara satılarak, elde edilen gelirin eğitim ihtiyaçlarında kullanılması mümkün olacaktı. Sonuç ne oldu bilemiyorum ama bu dahiyane fikir ile “isteyen kişi veya kişilerin parayı bastırarak devlet okullarına kendi ismini verebilecek olması”, neredeyse sıfır maliyetle, en çok kâr ilkesinin klasikleri içerisinde yer alacak gibi.
Bu yılın şairane LİLO örneği ise geçtiğimiz Temmuz ayında yaptığı bir açıklamayla İstanbul Valisi Muammer Güler’den geldi. Çamlıca Kız Lisesi, Etiler Otelcilik Lisesi, Kandilli Kız Lisesi gibi, İstanbul’un en gözde ve rantı yüksek yerlerindeki Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bazı ilkokul ve ortaokulların satılarak turizm ya da iş merkezine dönüştürülmesi fikri, ciddi bir yaratıcılık gerektiriyor. Satıştan 5 milyar dolar gelir beklentisi, doğal olarak ağızları sulandırıp gözleri başka yerlere çeviriyor. Bu bağlamda, İTÜ Taşkışla, Kuleli Askeri Lisesi ve hatta Topkapı Sarayı da düşünülmeli diyorum ve devlet büyüklerimizin dikkatine sunuyorum.
Tüm bunlar nereden, hangi köklü ekonomik teoriden kaynaklanıyor diye sorabilirsiniz. İnterneti kullanarak, Ak Parti Programı’nın “Ekonomi Anlayışımız” bölümüne bakın, cevap orada. Ana ilke olarak “piyasa ekonomisi”nin belirtildiği, “devletin her türlü ekonomik faaliyetin dışında olmasının” hedeflendiği ve bunu gerçekleştirmek için “teşebbüs özgürlüğünün gerçekleştirilerek özel teşebbüse hamle yaptıracak siyasi, bürokratik ve anlayış değişimi sağlamanın” öngörüldüğü programın, etkili bir şekilde pratiğe geçirildiği açık. “Bu hedeflere ulaşmak için AK Partinin etkin, güven veren ve milli-ahlaki değerleri yüksek bir ekonomi yönetimi ile birlikte çalışacağının” vurgulandığı program “sokaktaki adam” tarafından dahi öyle benimsenmiş bir durumda ki ülkemizde her alanda, özel teşebbüs inanılmaz bir özgürlük içersinde şaha kalkmış durumda.
Günlük haberleri takip edin göreceksiniz: Milli-ahlaki değerlerle yoğrulmuş girişimcilerimiz işi öyle azıya almış halde ki özelleştirilen ve “özgürleştirilen” pek çok alanda -eğitim, sağlık, çalışma, ulaşım, turizm, belediye, kentsel yaşam- birbirinden ilginç buluşlar, her gün medyamızı süslemekte. Mesala sağlık sektörüne dair haberlere bir göz atın: Özel sektörde yaşanan patlamayla birlikte “kiralık doktor diploması” ilanı veren özel hastane ve klinikler, sahte doktorluk yapanlar, ilaç ve tıbbi malzeme yolsuzluğuna karışıp tutuklanan doktorlar, hastaları gereksiz yere ameliyat edip reçete yazanlar, SGK’yı dolandırmak için sahte rapor düzenleyen, ilaç şirketlerinden rüşvet, tatil kabul edenler… Tüm bunlar halkımızın en az maliyetle, en çok kazanma modeline nasıl kolay uyum sağladığını kanıtlamakta.
Bu yetmediyse turizm sektörüne bakın: İstanbul’un en varlıklı semt sakinleri ve medya yazarları tarafından istila edilmiş Bodrum yarımadası, iyi bir örnek. Daha 20 yıl öncesine kadar küçük bir kıyı kasabası olan Bodrum’un nasıl şehirleştiğini, inşaat mühendislerimiz, mimar ve müteahhitlerimizin yaratıcılığı, en az maliyetle en çok kârı elde etme becerisi sayesinde, Bodrum’da tepelerin şeklinin dahi değiştirilmiş olduğunu göreceksiniz. Evet, ilginçtir, yamaçlar yetmiyormuş gibi tepelerin en yüksek noktalarına kadar beton yığan proje sahipleri ve bunları onaylayanlar Bodrum’u doğasından özgürleştirmeyi becermiş gibi…
Jet sosyetemizin fink attığı Türkbükü, Torba, Çeşme plajlarına bakın! Halkımızın girişimci ruhunun nelere kadir olduğunu çok iyi anlayacaksınız. Belediye’ye, daha doğrusu halka ait olan bu plajların kumları üzerine şezlonglarını yerleştirip ücret talep eden yöre esnafı, Batılı LİLO’culara ilham kaynağı değil midir sizce? Ülkesinin denizinde, kumunda bedava güneşlenebileceğini, yüzebileceğini sananlara özgür teşebbüs dersi veren bu esnaf, tabii ki takdire şayandır! Gündüz kumların üstüne yerleştirdiği şezlongların yerine, akşam olunca restaurantının masa ve sandalyelerini koyan bu yaratıcı, uyanık girişimciler, ülke kıyı ve plajlarını özgürce değerlendirmekte, kamuya ait her alanı, tıpkı devlet büyüklerimiz gibi, bir rant aracına dönüştürerek dünyaya örnek olmaktadır.
“Milli-ahlaki” değerlerimizle ne kadar örtüşür bilemeyeceğim ama yukarda bahsettiğim LİLO praktisyenleri bence, AKP hükümetinin özel teşebbüs konusunda bir “anlayış değişimini”, başarıyla sağlamlaştırdığının kanıtı olarak görülmeli. Balığın baştan kokması gibi özelleştirmeler ve özel teşebbüs özgürlüğü konusunda piramidin bütün seviyelerinde bir uyumun olduğu kesin. Buradan hareketle, son günlerde medyamızda epey tartışılan “hak ve özgürlüklerin”, “sorumluluk” kavramından bağımsız ele alınamayacağı talebiyse, “piyasa ekonomisi ideali” için büyük bir sorun olsa gerek diye düşünüyorum.
Bu makale Yeni Harman Dergisi’nin Ağustos 2009 sayısında yayınlanmıştır. Copyrights Filiz Elasu
teşekkür
BeğenBeğen