Abbas Kiarostami: İranlı Bir Sinema Düşünürü

Son yıllarda modern sinemaya ulusal damgasını vuran ve dünyanın her yanında sinema severlerin ilgiyle izlediği, son derece canlı, üretken bir sinema anlayışı sunuyor İran. Bu sinemanın en önde gelenlerinden biri, dünyaca saygı duyulan ve muhtemelen kendi ülkesi dışında çok daha iyi tanınan Abbas Kiarostami. Öyleki Martin Scorsese için “Dünyanın en sanatsal sinemasını Kiarostami yapıyor” ve yine Jean –Luc Goddard’a göre “Sinema DW Griffith’le başlayıp Kiarostami ile sona eriyor”.

İran sinemasıyla ilk olarak, 10 yıl kadar önce, genç bir İngiliz arkadaşım sayesinde tanıştım. Bu arkadaşımın İran filmlerine ve özellikle de Abbas Kiarostami’ye olan tutkusuydu, benim merakımı cezbeden ve İran sinemasıyla tanışmama yol açan… Başka ulusların filmlerine, özellikle de Ortadoğu kaynaklı sanatsal filmlere karşı pek yakın durmayan İngiliz sinemaseverleri, yeni İran sinemasının büyüsüne yakalanmıştı. 1997 Cannes Film Festivali’nin en gözde filmlerinden olan, 17 yaşındaki Samira Makhmalbah’ın  “Elma” filmiydi o arkadaşım sayesinde gördüğüm ilk İran sinema örneği, ve bir daha peşini bırakamayıp, elimden geldiğince izlemeye çalıştığım…

2005 yılı Nisan ayının son haftası “Kanal 4” nadir birşey yaparak, 4 tane İran filmini iki gece aralıklarla gösterdi. Bunun nedeni, Kiarostami’nin filmlerinin, o yıl, Mayıs ayı boyunca Ulusal Film ve Tiyatro Kurumu’nda toplu olarak gösterilecek olmasıydı. Yönetmen üzerine seminerlerin, atelye çalışmalarının yer aldığı bu özel gösterim onun diğer yönlerini de bir kişisel fotoğraf sergisi ve kavramsal sanat çalışmasıyla tanıtmak amaçlıydı.  Kiarostami’nin iki filminin televizyon gösterimi, onunla  birkaç hafta önce yapılmış özel bir söyleşi ile başladı. Bir saat kadar süren bu söyleşi BBC ekibiyle, bir film eleştirmeni ve aynı zamanda yönetmen olan Mark Cousin tarafından Tahran’ da çekilmişti. Abbas Kiarostami, onlarla iki saat kadar süren bir yolculuk yaparak, 12 senedir görmediği ve yönetmenlik hayatında bir dönüm noktası olan,  “Arkadaşımın Evi Nerede?” adlı filminin çocuk oyuncusuyla buluşmayı kabul etmişti ve bu arada otobüs yolculuğu sırasında, hayranlarının yıllardır merak ettiği bazı soruları da cevaplandırıyordu. Son derece akıllıca çekilmiş olan bu söyleşi, gerek yönetmenin tarzını, gerekse kişiliğini tanıtması açısından çok başarılıydı.

Filmlerine ve çalışmalarına dair çok fazla bilgi sahibi olmadığım bir yönetmendi Abbas Kiarostami. Ancak, daha önce görmüş olduğum diğer İran filmleri dolayısıyla, onun filmlerinin de kimi sinemacılarca Yeni Gerçekçilik olarak adlandırılan o yalın güzelliği içereceğini bekliyordum ve söyleşinin başlarından itibaren yönetmenin sanat felsefesi, dilinin şiirselliği ve entellektüelliği ilgimi uyandırmıştı. Üstelik, bazı filmlerini de gördükten sonra, bu fırsattan istifade ederek yönetmen ve yapıtları hakkında daha fazla bilgi toplamak istedim. Ulusal Film ve Tiyatro Kurumu da (NFT) benim gibilerinin varlığını düşünmüş olmalı ki Kiarostami ve İran sinemasına dair akademik makalelerin toplandığı bir kitabı yayınlamıştı. Üstelik gazete ve dergilerin sergiyle ilgili tanıtım yazıları, röportajlar dışında bir de yönetmenin yıllardır üzerinde çalıştığı  “Karda Ağaçlar” konulu bir fotoğraf sergisini,  Victoria & Albert Müzesinde görme imkanım olacaktı. Londra’nın  yaşadığım bunca yıl zarfında bana, bir şehir olarak, bu kadar cömert olmuş olduğu başka bir zaman hatırlamıyorum…

Çok yönlü bir sanatçı Abbas Kiarostami: resim, fotoğraf sanatı, kuramsal sanat, senaryo yazarlığı, şiir…şimdilik uğraştığı veya uğraşmakta olduğu bazı sanat alanları. Hayranları ise, onu daha çok alışılmışın dışında olan filmleriyle tanıyor. ‘Alışılmıştan’ Holywood tarzı  Amerikan filmlerini ve onun diğer ülke sinemaları ve kimliklerindeki izdüşümleri kastediyorum. Zaten yönetmen de bunu Mark Cousin’le yaptığı söyleşinin hemen başında ortaya koyuyor. Eğlendirmek amaçlı sinemaya karşı olmadığını, hatta örneklerini seyrettiğini, ancak bu tür filmlerin bir oturumda anlaşıldığını, kendisinin ise özel efektler, en son teknikler kullanılarak seyirciyi koltuğunda tutmaya çalışan bir sinemanın peşinde olmadığını belirtiyor. Kiarostami için iyi sinema örnekleri, öyle hemen çabucak ve kolayca kavranılan filmler değil. Kendisini, daha doğrusu yönetmeni, ortadan kaldırmayı amaçlayan bir sinema anlayışı onunkisi… Kameranın, ışıkların, mizansenin hatta yönetmenin olmadığı bir sinema… Yönetmenin egosunun, çekim öncesi ve sonrası hissedilmediği, aktörlerin rahatlıkla kendileri olabildiği bir sinema. Yönetmeni bir futbol teknik direktörüne benzeten Kiarostami, rolünü şöyle tanımlıyor: “Futbolcularını seçer onları yetiştirirsin ama sıra oyuna geldiğinde sahanın yan tarafındaki kulübede oturur, oyunu seyredersin, tıpkı bir seyirci gibi. Bu arada heyecanlansan da kimi zaman üzülüp kızsan da oyuncuların maç sırasındaki performansına müdahale edemezsin”.

Kiarostami, her ne kadar alçak gönüllüğüyle kendine pay çıkarmasa da, oyuncularının maç sırasındaki performanslarının en iyi nasıl sağlanabileceğini iyi biliyor. Aktörlerinin doğallığını, onlardaki içtenliği ve masumiyeti yakalayabilmesi için, zanaatının inceliklerine hakim olduğu kesin. Bu yüzdendir ki Mark Cousin ona pekçok hayranının yıllardır merak ettiği bir soruyu sormaktan alamıyor kendini: nasıl olup da “Arkadaşımın Evi Nerede?” filminin 7 yasındaki başrol oyuncusu Babak’ın gözlerindeki o endişeli ifadeyi, masumluğu yakalayabildiğini ve tüm film boyunca da sürdürebildiğini. ‘Aritmetik’ oluyor yönetmenin cevabı… Ne zaman küçük oyuncuyu endişeli ve düşünürken çekmesi gerektiyse, ona aritmetik soruları verdiğini  söylüyor.”Arkadaşımın Evi Nerede?” de  yönetmen, 7-8 yaşlarındaki bir oğlan çocuğunun, yanlışlıkla almış olduğu defteri sıra arkadaşına geri verebilmek için göze aldıklarını anlatıyor. Öğretmenin korkusuyla defteri ertesi güne kadar arkadaşına ulaştıramazsa onun okuldan kovulabileceği düşüncesi, küçük oğlanı o kadar endişelendiriyorki, annesinin izin vermemesine  rağmen, bir yolunu bulup, akşam karanlığında, komşu köye doğru yola koyuluyor. Sonradan anlıyoruz ki, Babak’taki bu sorumluluk duygusudur yönetmenin filminde yakalamak istediği. Yıllar sonra Babak’la yeniden karşılaştıklarında şimdi evli ve çocuk sahibi genç adamın karısına, Kiarostami ilk bu soruyu yöneltiyor: “Hâlâ o kadar sorumluluk sahibi mi?” Bu film, yönetmene ilk uluslararası ödülü, 1989 Locarno Bronz Leopard’ı getiriyor.

Kiarostami’nin kamerası çoğunlukla, hem hikaye hem de karakterler açısından, gerçek hayatı görüntülüyor. Yönetmenin oyuncularının hemen hepsi profesyonel olmayan sıradan insanlar. Pek çoğu Kiarostami’yle çalışana kadar hiç sinema görmemiş, hatta sinema nedir bilmiyor. “Arkadaşımın Evi Nerede?” nin oyuncusunu, bir köydeki cenazeyi izlerken, çocuk gurubunun içinde farkediyor yönetmen. Babak’ın yüzü ve gözlerindeki ifade onu o kadar etkiliyor ki, daha sonra civardaki okullarda çocuğu aramaya başlıyor. 1990’da çektiği ve birçoklarınca başyapıtlarından sayılan “Yakın-çekim”in  hikayesi, gazetede görmüş olduğu bir habere dayanıyor. Buna göre, işsiz ve sinema aşığı genç bir adam, yeni tanıştığı aileye ünlü İran’lı yönetmen Mohsen Makhmalbaf olduğunu söylüyor ve onların yönetmene olan ilgisinden faydalanmaya  çalışıyor. Bir süre sonra, durumdan şüphelenen ailenin şikayetiyle, yakalanıp tutuklanıyor. Yine bu filmde, bütün karakterler, mahkeme salonu, yargıç, taklit eden ve şimdi tutuklu olan genç adam, taklit edilen yönetmenin kendisi de dahil olmak üzere herkes, olayı gerçekten yaşayanlar. Film gerçek olayı, ona sadık kalarak ve gerçek kişileri kullanarak yeniden canlandırıyor. “Zeytin Ağaçlarının Arasından” isimli filminde de oyuncular, yine köyden bir delikanlı ve okuldan seçtiği bir genç kız. Bu filmde, daha önce kameraya almış olduğu bir başka filmin çekimi sırasında yaşananları anlatıyor “Ve Yaşam Devam Eder”. Tabii ki bunu, filmin içinde filmler çekerek, oyuncularının gerçek hayatlarından kaynaklanan spontane hikayelerle gerçekleştiriyor. Gerçekle kurgunun karıştığı, nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bir film açıkçası…

Kiarostami, senaryo yazmayı pek sevmeyen bir yönetmen. Daha doğrusu, çoğu zaman, daha yazarken sıkılıp, yazmaktan vazgeçen bir yönetmen. O hikayelerini, filmi çekerken keşfediyor… Hikayelerin geçtiği yerler, ora insanları, onların gerçeği senaryolarını, filmlerini şekillendiriyor.

Ülkesinin renklerini, özellikle de İran kırsal kesimini beyaz perdeye aktarmayı seviyor Kiarostami. Onun filmlerini seyrederken, İran üzerine bir belgesel izlediğiniz hissine kapılıyorsunuz bazen. Doğal ışık kullanmayı tercih eden yönetmenin setleri de dolayısıyla bu doğallığı, gerçekliği yansıtıyor. Gerek şehirlerde gerekse kırlık alanda karakterleri hep bir yolculuk halinde; kimi zaman yaya, kimi zaman koşarak, kimisinde motorsiklet üzerinde, kimisinde de araba içersinde karakterler. Arabanın penceresinden çekilmiş görüntüler veya konuşmalar hikayelerin içsel bir parçası genelde. Köyler içersindeki labirentimsi yollar, patikalar, bir köyden diğerine giderken ki kırlık yollar, tepeleri aşan-inen zigzaglı yollar, inşaat alanlarına inen-çıkan toprak yollar…. Hikayeyi ve karakterleri takip ederken yönetmenin kamerası sık sık onların etrafında olan bitenleri, köyün diğer sakinlerini, devam eden hayatın akışını, taş kıranları, tarlalarda çalışanları, sokak aralarında kar topu oynayan gençleri, koyun- keçi sürülerini, yoldan geçenlere havlayan köpekleri, kuşları, çekirgelerin seslerini, gök gürültüsünü filmin doğal bir parçası olarak sunuyor.

Kiarostami sinemasının Yeni Gerçekçi olarak nitelendirilmesinin ve Post-modernizimle ilişkilendirilmesinin en büyük sebebi Brehtvari öğeleri içermesi.Yönetmenin varlığını elemek isteyen Kiarostami, yönetmeni arasıra beklenmedik zaman ve yerlerde öne çıkararak, seyirciyi yabancılaştırmaya ve filmle daha aktif, etkin bir ilişkiye girmeye zorluyor. Mesala “Zeytin Ağaçlarının Arasından” ın daha ilk sahnesinde çok sık kullandığı bir profesyonel oyuncu, kameraya dönüp “yönetmeni oynayan aktör olduğunu” söylüyor. Filmin sonrasında aynı oyuncuyu, yine yönetmen rolünde, köyün lisesinde okuyan genç kızlar arasından filmde başrol oynayacak aktristi seçerken görüyoruz. Hatta yönetmen rolündeki oyuncu, kimi genç kızlarca daha sonra, yönetmen olduğu düşünüldüğü için sorgulanıyor. Bir başyapıt olarak görülen ‘Yakın-çekim’daki genç adam ise, çok sevdiği ünlü bir yönetmen olarak kendini tanıtmasının sebeplerini ve olayın nasıl vuku bulduğunu açıklarken, sanatı, oyunculuğu, yönetmen ve seyirci arasındaki ilişkiyi sorguluyor. Pek çoklarınca en yetkin filmi olarak görülen  (1997) Palme d’Or ödüllü “Kirazların Tadı” ise yönetmenin hümanist yanını ve dehasını kanıtlıyor. Saatlerce, Tahran’ın eteklerinde arabasıyla dolaşıp, intihar ettikten sonra kendisini gömecek birini arıyor Badii. Nihayet aradığı kişiyi, şehrin doğal bilimler müzesinde çalışan Bagheri Beyi buluyor. Görevi kabul eden yaşlı ve bilge Bagheri Bey ona kendi tecrübelerini, yaşama olan bağlılığını anektodlar, küçük hikayeler ve hatta Türkçe bir şiirle o kadar güzel anlatıyor ki, yönetmenin şiirinin de bu filmle doruğa ulaştığını hissediyorsunuz. Daha sonra mezarın içine uzanmış olarak görüyoruz başrol oyuncusu Badii’yi. Gök gürlüyor ve Badii mezarın içinden bulutlarla kaplı gökyüzünü, dolunayın zarzor seçilen suluetini izlerken ekran kararıyor ve şimşeklerin arada bir aydınlattığı karakterin gözlerinin yavaş yavaş kapandığını farkediyoruz. Sonra ekran tamamiyle kararıyor ve bir süre sonra sabah ışıkları altında, biraz önce ölmüş olduğunu düşündüğümüz karakteri, elinde bir sigarayla yürürken görüyoruz. Bu arada yönetmenle birlikte film ekibi de tepede yerlerini alarak çekime hazırlanıyor…

Daha önce de belirttiğim gibi, Kiarostami doğayı özellikle de İran’ın henüz el değmemiş doğasını ve kirli, inşaat halindeki şehirlerinin karşıtlığını iyi görüntülüyor. Bunların hiçbirinde bir abartı yok! Onun filmleri bir turizm tanıtma propagandası değil, filmlerinde müthiş doğa harikaları yok! Kiarostami, 21. yüzyılın eşiğinde gelişmekte olan bir ülkenin gerçeğini yansıtıyor.’Kirazlarin Tadı’ndaki kahramanın dolaştığı yerler, toz toprak duman içersinde. Şehir tepeden bir şantiyeyi andırıyor. Evler, sokaklar, binalar bizlerin hiç de yabancı olmadığı, bizdeki kadar had safhada olmasa da, çarpık yapılaşmayı yansıtıyor. Bunların arasından yine de, elimizden geldiğince doğayı arıyor gözlerimiz. Mehtap, kuşlar, bulutların arasında kaybolan ay kameradan bize sunulanlar. Sıradan yaşamların, tüm çirkinliklere rağmen bulup mutlu olabildiği, yetinmeye çalıştığı, bizim üstümüzdeki güçlerin göstergeleri… Bu anlamda son fılmlerınden ‘Beş’ hem yönetmeni ve hikayeyi tamamiyle elemesi, hem de sadece doğayı, en süssüz ama bir o kadar da güçlü halinde betimleyen daha deneysel bir sanat çalışması. “Beş” Kiarostami’nin Japon sinemacı Yasugrio Ozu’ya hitaben yapmış olduğu minimalist bir yapıt. Geleneksel anlatımın ve diyaloğun olmadığı film, beş kısa filmden oluşuyor. Her episodun 10-15 dakika kadar sürdüğü çalışma, neresi olduğunu bilmediğimiz bir deniz kıyısını hiç kıpırdamayan bir kamera ile görüntülüyor. 15  dakika kadar bir süre boyunca, ekranda sadece dalgaları izliyorsunuz. Ondan sonraki kısa filmde dalgalara ördek sürüleri ekleniyor, bir sonrakinde sahilde yürüyen insanlar… Müziğin sadece kısa filmleri bölmek için kullanıldığı çalışmaya doğadan kayıt edilmiş olan sesler, arka planda eşlik ediyor. Pekçok izleyiciye fazla deneysel gelip, sıkabilecek bu film, eleştirilere rağmen özellikle hipnotik etkisi, ve şiirselliği yanısıra, yönetmenin doğaya olan duyarlılığını yansıttığı ilginç bir çalışma.

Abbas’ın filmlerinin politik olmadığı, kimi eleştirmence ileri sürülüyor. Halbuki onun filmlerini seyrederken, köy ve kent yaşamı arasındaki fark, göçün getirdiği sorunlar, İran’ın etnik mozaiği, işsizlik, işçilerin çalışma koşulları, mahkemelerin işleyişi, eğitim, kadınların konumu gibi pek çok konuda izlenimler ediniyorsunuz. Kiarostami’nin filmleri bariz bir politika yapmanın, politik bir görüşü yansıtmanın kaygısını taşımıyor, ve bu anlamda politik olmadıkları söylenebilir. Ancak, karakterleriyle halkının kişiliğini, yaşadıklarını, coşkularını, acılarını, onların değerlerini ve yaşama bakışını, onlara bir platform vererek, sanatının bir parçası olma fırsatı vererek yansıtıyor Kiarostami… Bence onun filmleri, İran sinemasındaki sessiz devrimin en büyük kanıtları. Peki onun bütün bu çalışmalarının, yurtdışında gördüğü ilginin, aldığı ödüllerin farkında mı İran halkı? En azından resmi çevrelerde, İran hükümeti için pek revaçta olmadığı kesin Kiarostami’nin. Son 10 yıldır hükümet hiç bir filmini gösterime sunmuş değil. Filmleri sadece kaçak DVD’ler ve gizli gösterimlerle izlenebiliyor kendi ülkesinde. Bir röportajında ‘Sanırım benim filmlerimi anlamıyorlar ve anlamadıkları birşeyi de yanlış bir mesaj verebilir korkusuyla halka sunmuyorlar’ diye açıklıyor Kiarostami ve kurban zihniyetini kabullenmeyi reddederek “Hükümet beni engellemiyor, ama yardım da etmiyor, farklı yollarda yürüyoruz” diyor. Bu koşullar altında neden 1979 İran Devriminden sonra İran’da kaldığı sorulduğunda ise şöyle cevaplıyor sanatçı: “Toprağa kök salmış bir ağacı yerinden koparıp başka bir yere ekmeye kalktığınızda ağaç artık meyve vermez, veya verse bile ilk yerindeki kadar tatlı olmaz meyveleri… Ben en iyi ürünlerimi ülkemde veriyorum.”

Copyrights Filiz Elasu / Londra /Mayıs 2005

Abbas Kiarostami’nin Yaşam Özeti

Doğum: 1940, Tahran

Eğitim: Tahran Üniversitesi, Güzel Sanatlar Akademisi

Medeni Durumu: Dul (boşanmış), iki çocuk sahibi

Kariyer: Çocuk ve Gençlerin Zihinsel Gelişime Destek Merkezi’nin Sinema Bölümü Kurucu ve Yöneticisi

Bazı Filmleri:

‘Öğretmenlerin Anısına’ 1977

‘Birinci Dosya, İkinci Dosya’ 1979

‘Arkadaşımın Evi Nerede?’ 1987

‘Yakın-çekim’ 1990

‘Ve Yaşam Devam Eder’ 1992

‘Zeytin Ağaçlarının Arasından’ 1994

‘Kirazların Tadı’ 1997

‘Rüzgar Bizi Taşır’ 1999

‘ABC Afrika’ 2001

‘On’ 2002

‘Beş’ 2003

‘Biletler’ 2005

Diğer Kaynaklar:

Jeffries, Stuart: ‘Landscapes of the mind’, The Guardian,  London, 16 Nisan 2005

Issa, Rose & Sheila Whitaker: ‘Life and art: the new İranian Cinema’, NFT, London, 1999

2 responses to “Abbas Kiarostami: İranlı Bir Sinema Düşünürü

  1. gerçekten faydalı bir yazı olmuş tebrik ederim sizi.

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s